Muris muvazaası (öğretide ve Yargıtay kararlarında dile getirildiği gibi diğer adıyla miras bırakan muvazaası), mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmayı hedefleyen, miras bırakanın gerçek amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği taşınmazını tapuda yaptığı sözleşmede iradesini farklı doğrultuda açıklamak suretiyle devrini gerçekleştirmesidir.
Muris muvazaasının bu tanımı yerleşmiş Yargıtay içtihatlarıyla sabittir.
Bilindiği üzere, uygulamada ve öğretide ‘muris muvazaası’ olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nısbi (mevsuf vasıflı) muvazaa türüdür.
Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Muris muvazaasının gerçekleşebilmesi için aranan şartlar şunlardır:
- Tapuda yapılan işlem ile asıl işlem farklı olmalıdır.
- Üçüncü kişileri aldatma kastı olmalıdır.
- Taraflar arasında muvazaa anlaşması bulunmalıdır.
- Miras bırakan mirasçılardan mal kaçırma amacıyla hareket etmelidir.
Muris muvazaasında dikkat edilmesi gereken husus normal muvazaadan farklı olarak muris muvazaasında mirasçılardan mal kaçırma kastının bulunması gerektiğidir.
Muris Muvazaası Hakkında Yargıtay Kararları
YARGITAY
1.HUKUK DAİRESİ
Esas Numarası: 2011/4997
Karar Numarası: 2011/5779
Karar Tarihi: 11.05.2011
MURİS MUVAZAASI
MURİSİN ALIM GÜCÜ OLMAYAN GELİNİNE TAŞINMAZ DEVRİ
ÖZETİ: 19.10.2008 de ölen murisin dört kızı bir oğlunun mirasçı olarak kaldığı, davalı R.’in tek oğlu, diğer davalı M.’in ise R. ile evli (murisin gelini) olduğu, davalıların alım güçlerinin bulunmadığı, miras bırakanın imzaladığı iddia edilen ve taşınmazın davalı oğluna ait olduğu belirtilen 10.1.2003 tarihli adi yazılı belgenin muvazaayı gizlemek için her zaman tanzim edilebileceği, çekişmeli ana taşınmazda 1. kattan sonraki diğer katların davalı R. tarafından yapıldığı yönünde bir kısım tanık anlatımları bulunsa dahi bu yöndeki savunmayı doğrulayan başkaca delil bulunmadığı, ayrıca murise ait çekişmeli taşınmazlardan başka malvarlığının olduğu hususunun kanıtlanamadığı görülmektedir. Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeler somut olgularla birlikte değerlendirildiğinde davanın kabulüne karar verilmesi gerekir.
Taraflar arasında görülen davada;
Davacılar, miras bırakanın maliki olduğu 1, 3 ve 4 nolu bağımsız bölümlerini satış suretiyle davalılara temlik ettiğini, yapılan işlemlerin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek, miras payı oranında tapu iptal ve tescile karar verilmesini istemişlerdir.
Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, kanıtlanamayan davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacılar vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi S. Y.’nın raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; miras bırakanın 12 parsel sayılı taşınmazda maliki olduğu mesken nitelikli 3 ve 4 nolu bağımsız bölümleri 1.9.1994 tarihinde davalı R.’e, 1 nolu bağımsız bölümü 31.1.2002 tarihinde diğer davalı M.’e satış suretiyle temlik ettiği anlaşılmaktadır.
Davacılar, murisin yaptığı temliki işlemlerin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek, eldeki davayı açmışlardır.
Bilindiği üzere; uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve 1.4.1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Medeni Kanunun 706, Borçlar Kanunun 213 ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun içinde ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Somut olaya gelince; 19.10.2008 de ölen murisin dört kızı bir oğlunun mirasçı olarak kaldığı, davalı R.’in tek oğlu, diğer davalı M.’in ise R. ile evli (murisin gelini) olduğu, davalıların alım güçlerinin bulunmadığı, miras bırakanın imzaladığı iddia edilen ve taşınmazın davalı oğluna ait olduğu belirtilen 10.1.2003 tarihli adi yazılı belgenin muvazaayı gizlemek için her zaman tanzim edilebileceği, çekişmeli ana taşınmazda 1. kattan sonraki diğer katların davalı R. tarafından yapıldığı yönünde bir kısım tanık anlatımları bulunsa dahi bu yöndeki savunmayı doğrulayan başkaca delil bulunmadığı, ayrıca murise ait çekişmeli taşınmazlardan başka malvarlığının olduğu hususunun kanıtlanamadığı görülmektedir.
Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeler somut olgularla birlikte değerlendirildiğinde davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu şekilde hüküm kurulması doğru değildir.
Sonuç: Davacıların temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hükmün açıklanan nedenlerle HUMK.’nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 11.05.2011 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
Esas Numarası: 1995/1-740
Karar Numarası: 1995/923
Karar Tarihi: 08.11.1995
MURİS MUVAZAASI, TAPU İPTALİ, TENKİS, TEMLİKLİ TASARRUF, TERDİTLİ DAVA
ÖZETİ: Muris muvazaası hukuksal sebebine dayalolarak açılmışı tapu iptali davalarında. her ne kadar çekişmeli taşınmaz malın tapudaki satış ve aynı tarih itibariyle gerçek değeri arasındaki fark başlı başına muvazaanın kabulü için yeterli değilse de, çözüme ulaşmada göz önünde tutulması gereken önemli bir yan delil olduğu muhakkaktır.
Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tenkis” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara Asliye 10. Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 16.6.1994 gün ve 1988/395 E-1994/557 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine;
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 12.12.1994 gün ve 1994/14226-15857 sayılı ilamı:
( … Dava dilekçesinin içeriğinden ve iddianın ileriye sürülüş biçiminden davada kademeli olarak “iptal” olmadığı takdirde “tenkis” isteğinde bulunulduğu anlaşılmaktadır.
1.4.1974 gün ve 1/2 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararı’nda “bir kimsenin mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacı ile aslında bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı için tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması halinde saklı pay sahibi olsun olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Yasasının 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler yönünden söz konusu olan Medeni Yasa’nın 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olamayacağına” değinilmiş; 22.5.1987 tarih 4/5 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararı’nda da “miras bırakanın yaptığı temliki tasarruflardan zarar gören mirasçıların tenkis davası ile birlikte kademeli olarak veya tenkis davası açıldıktan sonra ayrı bir dilekçe ile Borçlar Yasasının 18. maddesine dayanarak muvazaa nedeniyle iptal ve tescil davası açabilecekleri” öngörülmüştür. Mahkemece, yukarıda belirtilen ilke ve olgulara cevap verecek bir araştırma yapılmaksızın kesin süreye riayet edilmediğinden bahisle davanın reddedilmesi doğru değildir…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
YARGITAY HUKUK GENEL KURULU KARARI:
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, davacı Celal Doğan tarafından açılan muvazaa ve tenkis istemiyle ilgili olarak verilen red kararıdır. Taraflar kardeştir. Bilindiği üzere davada, dayanılan maddi vakıaların bildirilmesi taraflara, hukuki nitelendirme hakime aittir. ( HUMK. md.76). Dava dilekçesinin içeriğinden de davacının dava konusu bir kısım taşınmazların miras bırakanınca miras hakkından mahrum edilmek amacıyla, davalılara temlik edildiği ileri sürülerek, pay oranında iptal istenildiği açıklıkla anlaşılmaktadır.
Gerçekten dava konusu taşınmazların tapu kayıtlarından bir kısmının kayden satış suretiyle davalılara temlik edildiği, bir kısmında ise hibe yoluyla intikalin gerçekleştirildiği görülmektedir. Bu durumda isteğin öncelikle B.K. 18. maddesinden kaynaklanan muris muvazaası olarak değerlendirilmesi bilahare saklı pay sahibi bulunan davacı yönünden bu tasarruflarla davacı saklı payına tecavüzün gerçekleşip gerçekleşmediğinin araştırılması icabeder. Muvazaa ve tenkis isteklerinin aynı dava içinde kademeli olarak ileri sürülebileceği ve öncelikle, tenkise oranla daha geniş kapsamlı bulunan muris muvazaası talebinin değerlendirilebileceği de 22.5.1987 gün 4/5 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararı gereğidir.
Muris muvazaası hukuksal sebebine dayalı tapu iptali davalarının, 1.4.1974 gün 1/2 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararı çerçevesinde incelenip çözüme bağlanacağı da aşikardır. Bu istekle açılan davalar da her ne kadar çekişmeli taşınmaz malın tapudaki satış ve aynı tarih itibariyle gerçek değeri arasındaki fark başlı başına muvazaanın kabulü için yeterli değilse de, çözüme ulaşmada göz önünde tutulması gereken önemli bir yan delil olduğu muhakkaktır. Ancak, olayda murisin sağlığında satış suretiyle davalılara temlikini sağladığı, dava konusu edilen taşınmazların, akit tarihi itibariyle tapu satış bedeli ile gerçek değerleri tespit edilmediği gibi, yine temlik tarihi itibariyle miras bırakanın ekonomik durumu, içinde bulunduğu sosyal şartlar nedeniyle, taşınmaz mallarını satma gereksinimi içerisinde bulunup bulunmadığı da dinlenen tanıklardan sorulup araştırılmamıştır. Keza, murisin mirasçılarına yaptığı temliki tasarruflarla sağlığında mirasçılar arasında mirasını bölüştürüp denkleştirmeyi sağlama amacını güdüp gütmediği ile ilgili bir değerlendirmeye de gidilmemiştir.
Açıklanan konularda yeterli araştırma ve inceleme yapılmadan tenkis isteği ile ilgili incelemeye geçilmesi doğru değildir. Kaldı ki, mahkemece bir konu ile ilgili olarak taraflara verilen kesin önelin kabul edilebilir olması için usulde belirtilen koşulları yanında bu önele uyulmaması halinde sonucunun taraflara bildirilmesi ile birlikte açıkça, duruşma tutanağına yazılması icabettiği bir yana, kesin önel verilmesinin de gerekli olması zorunludur.
Oysa somut olayda uyuşmazlığın niteliğine göre çözüme ulaşılabilmesi için yeterli ve kanaat verici bir inceleme ve araştırma yapılmadığı gibi önele riayetsizlik nedeniyle, toplanmış delillere göre bir hüküm kurulması gereğinden dahi zuhul edilerek, kesin önele uyulmadığı gerekçesiyle dava reddedilmiştir.
Bu durumda uyuşmazlığın özüne inmeden eksik değerlendirme ile önceki kararda direnilmesi isabetsizdir. O halde Usul ve Yasa’ya uygun bulunmayan direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı ( BOZULMASINA) oybirliği ile karar verildi.
YARGITAY
1.HUKUK DAİRESİ
Esas Numarası: 2012/8786
Karar Numarası: 2012/10664
Karar Tarihi: 03.10.2012
MURİS MUVAZAASINDA MURİSİN İRADESİNİN ÖNEMLİ OLDUĞU HAKKINDA
ÖZETİ: Satışa konu edilen bir malın devrinin belirli bir semen karşılığında olacağı kuşkusuzdur. Semenin bir başka ifade ile malın bedelinin ise mutlaka para olması şart olmayıp belirli bir hizmet veya bir emekte olabileceği kabul edilmelidir. Esasen yukarıda da değinildiği üzere muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı olarak açılan davaların hukuki dayanağını teşkil eden 01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında miras bırakının gerçek iradesinin mirasçıdan mal kaçırma olması halinde uygulanabilirliğinin kabulü gerekir. Bir başka ifadeyle, murisin iradesi önem taşır.
Yanlar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı vekili tarafından yasal süre içerisinde duruşma istemli temyiz edilmiş olmakla duruşma isteği değerden reddedilerek, dosya incelendi, Tetkik Hakimi Ş. D. İ.’ün raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
Karar: Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil, olmazsa tazminat isteklerine ilişkin olup, Mahkemece, tapu iptal ve tescil isteği yönünden davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden toplanan delillerden; tarafların ortak miras bırakanı Salim’in, maliki olduğu 764 parsel sayılı taşınmazdaki 1/4 payını 27.8.1997 tarihinde, kardeşi Gafur’dan miras yoluyla intikal eden 1/4 payını ise 24.5.2004 tarihinde satış yoluyla davalı oğluna temlik ettiği, davalının taşınmazda 1/2 pay sahibi olduğu anlaşılmaktadır.
Davacı, miras bırakan Salim’in davalıya yapmış olduğu her iki temlikin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.
Bilindiği üzere, uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türü dür. Söz konusu Muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve 1-4-1974 tarihli 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Medeni Kanunun 706. Borçlar Kanunun 213. (6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 237.) ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır.
Öte yandan miras bırakanın sağlığında mal varlığının tamamını veya bir kısmını,mirasçıları arasında hoş görü ile karşılanabilecek makul ölçüler içerisinde paylaştırmışsa mirasçısından mal kaçırma iradesinden söz etme olanağı yoktur. O halde miras bırakanın denkleştirme yapıp yapmadığı üzerinde durulması, miras bırakandan tüm mirasçılarına intikal eden, taşınır, taşınmaz ve hakların araştırılması, tapu kayıtları ve varsa öteki delil ve belgelerin mercilerinden getirtilmesi, her bir mirasçıya geçirilen malların ve hakların nitelikleri ve değerleri hakkında uzman bilirkişiden rapor alınarak paylaştırmanın mı, yoksa mal kaçırma amacının mı üstün tutulduğunun aydınlığa kavuşturulması zorunludur.
Somut olaya gelince, davalının, miras bırakan babası Salim’e ve amcası Gafur’a uzun süre baktığını, her ikisinin de tüm bakım ve gözetimini üstlendiğini, emeğine karşılık olarak taşınmazdaki payın kendisine satış yoluyla temlik edildiğini savunduğu ve bu hususunda dosya kapsamıyla sabit olduğu görülmektedir.
Hemen belirtilmelidir ki, satışa konu edilen bir malın devrinin belirli bir semen karşılığında olacağı kuşkusuzdur. Semenin bir başka ifade ile malın bedelinin ise mutlaka para olması şart olmayıp belirli bir hizmet veya bir emekte olabileceği kabul edilmelidir. Esasen yukarıda da değinildiği üzere muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı olarak açılan davaların hukuki dayanağını teşkil eden 01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında miras bırakının gerçek iradesinin mirasçıdan mal kaçırma olması halinde uygulanabilirliğinin kabulü gerekir. Bir başka ifadeyle, murisin iradesi önem taşır.
Hal böyle olunca; yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde araştırma ve inceleme yapılması, miras bırakanın başka malvarlığının olup olmadığının kayden araştırılması, keşif yapılarak çekişmeli taşınmazda davalıya temlik edilen payın değeri ile murisin varsa mevcut malvarlığının değerinin saptanması, oranlama yapılması, miras bırakanın yapmış olduğu temlikle ilgili olarak gerçek amaç ve iradesinin mirasçıdan mal kaçırmak olup olmadığının kuşkuya yer vermeyecek şekilde ortaya çıkartılması, hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik soruşturmayla yetinilerek yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru değildir.
Sonuç: Davalı vekilinin temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.’nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 03.10.2012 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
Eskişehir Avukat Mahmut UYANIK saygıyla sunar.